11 Ağustos 2015 Salı

HAYATINA BAK!

-Seni severdim, dedi. Çığlıklarımı duyduğun zamanlar ve beni öldürmediğin zamanlar seni oldukça severdim, dedi. Kurtuluşu yakın kahkahaları geleceği kadar plansızdı. Aniden patlattı.
- Hahah. Git! Sorun olmayacak ikimize de bu dönüşü olmayan harcanış.
Sorular sorup yakınmalarını dinleyebilirdim. Ancak tek düze bir metropol alışkanlığı ile gazını almaya yeltendim. -Hayat bu, takma kafaya, yaşamaya bak, mutlu ol.- Düşündüm ve içlerinden en uygun birleşimi seçtim. Yüzüne küstahça:
-Hayatına bak, dedim.
İçine gömüldüğüm sigara yanıkları ile dolu kanepeden doğruldum. Artık gitmenin zamanı gelmişte geçiyordu. Eski ahşap evin demir kapısına yöneldim. Zor açılan kapıyı sert bir hamle ile açtım. –Gıcır,gıcır- Dışarı çıktım ve ağır kapıyı iki elimle tutup hışımla kendime doğru çektim. Tüm gece çisil çisil şehre dokunan yağmur damlaları sabahın bu  kör saatinde buz tutan camın üzerinde titreşerek birbirine karışıyordu. Tepenin başındaki bu ahşap evden uzaklaşmak için kaygan merdivenlerden parmak uçlarımdan akarak indim. Kopamamış bir fırtına sabahının yakıcı ayazı suratıma patlıyor, ben şehrin ince bağırsaklarından kurtulmak için direnerek yürüyordum. Cebimde iki dal sigaramdan başka bir şey kalmamıştı. Çıkardım birini; yaktım. Bana söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Bu ise işleri daha da kötü bir hale getirmekten başka bir işe yaramıyordu. Gece sevişirken durmuş bir anda ayağa kalkıp:
-Bir aşk ilişkisi bu. Tutku! Anlıyor musun? Hüzün benim için sorun değil. Bu coşkun duygular sayesinde yaşadığımı hissedip teselli buluyorum.  Bana kattığın acı ölme isteğimi öteliyor. Aşk sayesinde bir parça kıskançlık ve şehvete düşerek oyuna katılabiliyorum. –en azından-  Dürüst davranıyorum sana.  Umutsuz tutku çılgınlığı! Hah. –ne kibir-  benim çıldırdığımı sanıyorsun, demişti.
Oysa onunla ilgili bugüne dek uzun uzun düşünmemiştim. Aramızda yaşananlara yüklediği anlamların frekans değerleri yükselmiş, kontrolden çıkmıştı. Ona gece boyu kibar davrandım. Aklımın onda kalmasının oldukça makul nedenleri vardı. Düşündükçe dipte olduğunu ancak kelimelerimin, algılarımın ona değmekte ne derece kifayetsiz kaldığını anlıyordum. Onu bir şeye ikna etmek için konuşmadığımı sanıyordum. Şimdi düşünüyorum ve onu yaşamaya zorladığımı anlıyorum.
-Yersiz olmak zor.  Hiç kök salamamak. Savrulmak bu hayatta sürekli. Hislerini tek bir insana derinleştirememek derdi var. Bilir misin?  Kalbinin yurtsuz olması bu dünyada… Bir mezar başında ağlayamamak var. Beni kalpsiz sanma. Biliyordum hep bildim. Aşk acısı değil açlık öldürüyordu çocukları. Utandım. Elbet bir gün gideceğim senden. Ne beni kibir boğacak ne seni meczupluk öldürecek. Beni çok fazla önemseme.
Sinsi bir gidiş planına onu alıştırmakta olduğumu hissettirdim. Zamansız olduğunu düşündüğüm kızgınlığında haklı olabilirdi. Zekasını hafife almıştım. Bu sözlerim üzerine yatağa dönmüş, sakinleşmişti. Ancak bu sakinleşmenin teessür sonucu olabileceğini anlamak istememişim. Uzanıp çözdüğü saçları hücuma kapalı omuzlarına coşkun bir hüzünle dağılmıştı. Bu sırada derinden ızdırap dolu bakışını üzerimde hissettim. Göğüs kafesime incecik bir ağrı indi. Beni yok edecek kadar tutarsızdı. Ellerimi sıkıca tutmuş, tüm gece sayıklamıştı. Şuan düşündüğümde kendi acımasızlığıma şaşıyordum. Ahşap evden oldukça uzaklaşmıştım ve çıkarken bir daha geri dönmeme niyetindeydim. İçimde ise yoğun bir kaygı filizlenmişti. Tepenin bulunduğu bayırın sonuna kadar inmiştim. Bir güdü beni eve doğru çekiyordu. Elimdeki sigara izmaritini atıp ayakkabımın topuğu ile ezdim. Aniden yokuş yukarı koşmaya başladım. Geri dönmeliydim. Akciğerlerim nefes alışverişine yetişemiyor; bir köpek gibi soluyordum. Dalağım şişmiş, vücudum ısınmış, ayaz sanki yok olmuştu. Son takatimle merdivenleri tırmandım. Paslı demir kapıyı zorlayarak açtım. Masanın üzerinde siyah deri defteri açık bir biçimde duruyordu.
Herkesin sonsuz güven duyduğu sen yalanlar içerisinde yönsüz ve sonsuz labirentinde kaybolmuşsun. Ben ise ayağı yere basan en büyük gerçeklik olarak karşında dikiliyorum. Trajedimiz bu olacak. Sana aşık olsam sen de bana olur muydun?  Ben ol isterdim. Ancak tükendiğim ihtimali ile sarsılıyorum. Mutluluk ile yetinmeyi deneyeceğini bilsem hüznümü orta yere bırakıp gitmezdim. Seni anlamıyorum ve sana dair olanları bilemiyorum. Anlayamam. Çünkü ben bu dünyaya ait değilim. Seni anlamam için bana söylediğin sözler -ruhun özgürlüğü gibi şeyler- sen söylediğin için değerliydi. Herkesi eşit sevemezsin. Demokratik aşk acı veriyor. Sevgilim ben şehrin bağırsaklardan yola çıkmış bir solucanım. Ama mideye kadar bile yol alamadım. Boklarda boğuldum. Şimdi ise tam şehrin kıçının kenarından kayıyorum. Dipteyim. Hep dipteydim. Ben değilim intihara meyilli olan dolunay gecesinin çığlık içinde inleyen havasıydı. Genzimde yakıcı bir asitlenme oldu gidişin. Boğazımda koca bir kara delik açıldı. Kelimelerim galakside sonsuz ihtimal döngüsüne karıştı.
Hayatına bak!

                                                                                                                                     RÜYA
Kalan son sigarayı aldım ve yaktım. Dumanını kosmosa saldım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder