-Seni severdim, dedi.
Çığlıklarımı duyduğun zamanlar ve beni öldürmediğin zamanlar seni oldukça
severdim, dedi. Kurtuluşu yakın kahkahaları geleceği kadar plansızdı. Aniden
patlattı.
- Hahah. Git! Sorun
olmayacak ikimize de bu dönüşü olmayan harcanış.
Sorular sorup
yakınmalarını dinleyebilirdim. Ancak tek düze bir metropol alışkanlığı ile
gazını almaya yeltendim. -Hayat bu, takma kafaya, yaşamaya bak, mutlu ol.- Düşündüm
ve içlerinden en uygun birleşimi seçtim. Yüzüne küstahça:
-Hayatına bak, dedim.
İçine gömüldüğüm sigara
yanıkları ile dolu kanepeden doğruldum. Artık gitmenin zamanı gelmişte
geçiyordu. Eski ahşap evin demir kapısına yöneldim. Zor açılan kapıyı sert bir
hamle ile açtım. –Gıcır,gıcır- Dışarı çıktım ve ağır kapıyı iki elimle tutup hışımla kendime
doğru çektim. Tüm gece çisil çisil şehre dokunan yağmur damlaları sabahın bu kör saatinde buz tutan camın üzerinde titreşerek
birbirine karışıyordu. Tepenin başındaki
bu ahşap evden uzaklaşmak için kaygan merdivenlerden parmak uçlarımdan akarak
indim. Kopamamış bir fırtına sabahının yakıcı ayazı suratıma patlıyor, ben
şehrin ince bağırsaklarından kurtulmak için direnerek yürüyordum. Cebimde iki
dal sigaramdan başka bir şey kalmamıştı. Çıkardım birini; yaktım. Bana
söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Bu ise işleri daha da kötü bir hale
getirmekten başka bir işe yaramıyordu. Gece sevişirken durmuş bir anda ayağa
kalkıp:
-Bir aşk ilişkisi bu.
Tutku! Anlıyor musun? Hüzün benim için sorun değil. Bu coşkun duygular
sayesinde yaşadığımı hissedip teselli buluyorum. Bana kattığın acı ölme isteğimi öteliyor. Aşk
sayesinde bir parça kıskançlık ve şehvete düşerek oyuna katılabiliyorum. –en
azından- Dürüst davranıyorum sana. Umutsuz tutku çılgınlığı! Hah. –ne kibir- benim çıldırdığımı sanıyorsun, demişti.
Oysa onunla ilgili
bugüne dek uzun uzun düşünmemiştim. Aramızda yaşananlara yüklediği anlamların
frekans değerleri yükselmiş, kontrolden çıkmıştı. Ona gece boyu kibar
davrandım. Aklımın onda kalmasının oldukça makul nedenleri vardı. Düşündükçe
dipte olduğunu ancak kelimelerimin, algılarımın ona değmekte ne derece kifayetsiz
kaldığını anlıyordum. Onu bir şeye ikna etmek için konuşmadığımı sanıyordum.
Şimdi
düşünüyorum ve onu yaşamaya zorladığımı anlıyorum.
-Yersiz olmak zor. Hiç kök salamamak. Savrulmak bu hayatta
sürekli. Hislerini tek bir insana derinleştirememek derdi var. Bilir
misin? Kalbinin yurtsuz olması bu
dünyada… Bir mezar başında ağlayamamak var. Beni kalpsiz sanma. Biliyordum hep
bildim. Aşk acısı değil açlık öldürüyordu çocukları. Utandım. Elbet bir gün
gideceğim senden. Ne beni kibir boğacak ne seni meczupluk öldürecek. Beni çok
fazla önemseme.
Sinsi bir gidiş planına
onu alıştırmakta olduğumu hissettirdim. Zamansız olduğunu düşündüğüm
kızgınlığında haklı olabilirdi. Zekasını hafife almıştım. Bu sözlerim üzerine
yatağa dönmüş, sakinleşmişti. Ancak bu sakinleşmenin teessür sonucu olabileceğini
anlamak istememişim. Uzanıp çözdüğü saçları hücuma kapalı omuzlarına coşkun bir
hüzünle dağılmıştı. Bu sırada derinden ızdırap dolu bakışını üzerimde
hissettim. Göğüs kafesime incecik bir ağrı indi. Beni yok edecek kadar tutarsızdı.
Ellerimi sıkıca tutmuş, tüm gece sayıklamıştı. Şuan düşündüğümde kendi
acımasızlığıma şaşıyordum. Ahşap evden oldukça uzaklaşmıştım ve çıkarken bir
daha geri dönmeme niyetindeydim. İçimde ise yoğun bir kaygı filizlenmişti. Tepenin
bulunduğu bayırın sonuna kadar inmiştim. Bir güdü beni eve doğru çekiyordu. Elimdeki
sigara izmaritini atıp ayakkabımın topuğu ile ezdim. Aniden yokuş yukarı
koşmaya başladım. Geri dönmeliydim. Akciğerlerim nefes alışverişine yetişemiyor;
bir köpek gibi soluyordum. Dalağım şişmiş, vücudum ısınmış, ayaz sanki yok
olmuştu. Son takatimle merdivenleri tırmandım. Paslı demir kapıyı zorlayarak
açtım. Masanın üzerinde siyah deri defteri açık bir biçimde duruyordu.
“Herkesin sonsuz güven duyduğu sen yalanlar içerisinde yönsüz ve sonsuz labirentinde kaybolmuşsun. Ben ise ayağı yere basan en büyük gerçeklik olarak
karşında dikiliyorum. Trajedimiz bu olacak. Sana aşık olsam sen de bana olur
muydun? Ben ol isterdim. Ancak tükendiğim
ihtimali ile sarsılıyorum. Mutluluk ile yetinmeyi deneyeceğini bilsem hüznümü
orta yere bırakıp gitmezdim. Seni anlamıyorum ve sana dair olanları bilemiyorum.
Anlayamam. Çünkü ben bu dünyaya ait değilim. Seni
anlamam için bana söylediğin sözler -ruhun özgürlüğü gibi şeyler- sen
söylediğin için değerliydi. Herkesi
eşit sevemezsin. Demokratik aşk acı veriyor. Sevgilim ben şehrin bağırsaklardan yola çıkmış bir solucanım. Ama mideye
kadar bile yol alamadım. Boklarda boğuldum. Şimdi ise tam şehrin kıçının
kenarından kayıyorum. Dipteyim. Hep dipteydim. Ben değilim intihara
meyilli olan dolunay gecesinin çığlık içinde inleyen havasıydı. Genzimde yakıcı
bir asitlenme oldu gidişin. Boğazımda koca bir kara delik açıldı.
Kelimelerim galakside sonsuz ihtimal döngüsüne karıştı.
Hayatına
bak!
RÜYA”
Kalan son sigarayı aldım ve yaktım. Dumanını kosmosa saldım...
Kalan son sigarayı aldım ve yaktım. Dumanını kosmosa saldım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder