28 Ekim 2014 Salı

BAL

Alışmışız güneşsizliğe. Işığı görünce böcekler gibi kaçışmamız bu yüzden. Evren nuru ile yıkanmak varken kirli bir gölgede erketeye yatmışız. Hissizleşme inimizde bekliyoruz. Gözlerimiz karanlığın özensiz zevkini, dudaklarımız hazin günün emilesi kanlı tadını taşıyor. Cesetler  taş evlerde tınlıyor. Babamın gençliğine ekşimiş bir ferahlık karışıyor. Avuçlarım kayıp bir çocukluk ile dolu.  Kendi gençliğime bakmayı denemedim bile.
Senin gençliğine ise güneş doluyor bir esneme aralığından sızarak. Batıyorum güneşine gırtlağıma kadar. Sürüler boyu bereketleniyorum, dipdiri içim. Senin kadar yersizim; benim kadar yurtsuz ol. Nadasta unutulmuş bir tarlanın ortasında boy veren şemalsiz ağacım. Tepenin en güzel eviyim. Yıkılmışım. -Yakılmışsın.- Adımlarım kaybettiğim şehre doğru değil en derin tatlarıma yöneliyor. Jilet saçlarının yokladığı kalçalarının ardından Arnavut kaldırımlara bıraktığın ballı adımları takip ediyorum.  Paramparçayım. Kan yerine bal akan teninden  –alacalı-  kopamıyorum.

Gün dönüyor. Evimdeyim. Karanlık. Evimin verandası bal kokuyor. Kedilerim durmadan ölüyor. Aidiyetlerin reddine inanan felsefem onları meskenlerine bırakmaktan yana. Hudutları kaldırmak istiyorum fakat hudut ötesi kötü. Her yer bal her yer ölü kedi.  Sana koşuyorum. Hudutları yırtıyorum. Gözlerimi açıyorum. Kucağımda jilet saçların, kulağımda azizlerin uğultusu. Parmaklarımı dolaştırıyorum saçlarında. Ellerim alabildiğine bal. Vajinam jilet saçlarının kölesi olmuş. Bu kayboluşuma çare yok. Ürkek bakışların parmak uçlarıma değiyor. Gök delindi; affet nefesimi! Birleşmemesi gereken  parçalanmış bir bütünüz; bal, metal, orgazm ve cennet kokan.