19 Nisan 2014 Cumartesi

"DİRENİŞ NÖBETİ"

Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleriyle kömür işletmelerini işgal eden enerji ve maden işçileri Muğla'da eylemlerini bitirdiler. Ancak direniş çadırında nöbet devam ediyor. 10 Nisan'dan beri Ankara'daki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın önünde direnen Yeniköy ve Kemerköy termik santral işçilerine dün polis tarafından müdahale edilmişti. 30 Nisan'a kadar bekleyeceklerini belirten işçiler Yatağan'da 8 aydır grevde. Bugün direnişin Ankara ayağında eylemin nedenlerini işçilerden dinledim.       www.ankarahaber.com

Sinan Yılmaz :"Bu eylem Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin, limanın özelleştirilmesine karşı bir eylemdir. Bütün işçi arkadaşlarımızla bu eyleme destek olmak için buradayız. Bu uğurda yolumuzdan dönmeyeceğiz. Vatan toprağının satılmaması için buradayız."
Kemerköy ve Yatağan Termik santrallerinin kurulu gücü 630 megavat karşılık geliyor. Yeniköy termik santralinden ise 420 megavat enerji elde ediliyor. Bu ülkenin elektirik üretiminin yüzde 3'üne denk geliyor.
Mustafa Ali Alparslan:"Ekmeğimiz için, çocuklarımız için, geleceğimiz için bu eylemi yapıyoruz. Atalarımızın bize bıraktıkları toprakları korumak için direniyoruz."
Dün ihalenin yapıldığı 15:00'da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın önünde işçilere müdahale edildi. Plastik mermilerin ve atlı polislerin olduğu müdahale sırasında işçilerden ve gazetecilerden yaralananlar oldu. Bugün ise "direniş nöbeti" dedikleri eylemleri devam ediyor. 
Turan Sevinç:"Ekmek aş için bu eylem. 8 aydır Yatağan'da 10 gündür de Ankara'da işyerimize,çocuklarımızın geleceğine sahip çıkalım diye direniyoruz.Bu bizim şahsi meselemiz değil. Bu ülkenin meselesidir. Dün ihale sırasında çok sert bir müdahale vardı. Bacağımdan yaralandım. Ben kardeşimi bu vatan uğruna şehit verdim. Bu devletin polisi bana bunu yapmamalıydı. Üç çocuğum var. Bizim ki vatan davası, ekmek davası."
Yüz kadar işçi ile eyleme başlayan termik santral işçileri Kurtuluş Parkı'nda şuan direnişte sembolik bir işçi sayısıyla bulunuyorlar.  İşçilerin bir kısmı Çatalağzı Termik Santrali özelleştirilmelerine direnen işçilere destek için Zonguldak'a gitti. Özelleştirilmeler sonucu işçilerin sendikasızlaştırılcağı ve taşeron işçiliğin artacağı endişesi taşıyorlar.
90 yıllık birikimler sonucu oluşan bu işletmeler ranta ikinci kez açılmak isteniyor. İlk direnişlerinde başarılı olan işçiler: "Enerji en önemli iş koludur. Ülkenin can damarını kesmeyin, diyor."




11 Nisan 2014 Cuma

NEFES DURAKLARI

Her noktasına aşina olduğum, nefes durakları ile dolu; sevdalı bir şehir bugün iç çekmekte. Öylesine sinir bozucu bir alışmışlık ki bu ne yana dönsen yargılandığın bucaklar seni sarıyor. İşte yeni birgüne karşı göğüs germekteyim. Haşmetli bir duruş sergilemek, palazlanmak boşlukları doldurur mu dersiniz? Diğer günlerimin aksine kinimi kusmayacağım. Daha karanlık daha sakin olacak bugün. Bu ağarmaya direnen günü aydınlatıp alevlendirmeye çalışmayacağım. Bulutlar güneşe selam çakıyor. Büyük bir kasvetle ruhları emiyor. Bu kadar dert etme. Zaten bildiğin bir şey bu; hayat çakallara gülüyor. Benim işim yolda takılıp düşmek. Düşe kalka heyecanlarla sevdalara koşacağım. Evrileceğim; içimi parçalayacaklar, çekiştirilecek ruhum. Sünecek. Şimdilik dizlerim yeterince kanlı ve ben nefes durağımda bekliyorum. Siz bildiğiniz şehirlerden gidin ki düştüğünüzde dinlenebilin. Benim yolumda güz bakışlı çocuklar vardı. Yoldan saptırırlardı. Lağıma düşmeden umumi tuvalet gezmek gibiydi yaptıkları; pisliğe alıştırmaktı. Herkes kadar bombok yolum. Ayarımız bozuldu. Ne diyorduk? -"Aşkolsun!"- Pardon elden ele uzatabilir miyiz şehri? İnsanlar bol ve hafif. Bu sebepten yukarından bakıyorlar. Hafif olan yükselir. Bize caka sandıkları ahmaklıklarını satıyorlar yolda kurdukları tezgahlarda. Zavallı dünyam zavallı şehrim... Bazı çocuklar tanıdım. Yanımdan geçip gittiler. Ateş gibi bakarlardı. Zalime sükuna isyan eder. Ahkam kesen zavallılara meydan okurlardı. Ah çocuklar onları bu yollar aldı. Karanlık şehrim gri kaldırımlar ben ateşe düştüm. Siz o çocukları unutmayın, beni unutmayın...

8 Nisan 2014 Salı

NİSAN YAĞMURLARI

göğün altında ağlamaya çok razı bakışları
deli ama kararlı seni anlatır bu nisan yağmurları. 
birden sağnaklarla üzerime üzerime gelen
                      ve bir anda bırakıp da gidiveren.
işte bir ağlamak günü daha sevdiğine
arıyor gözlerim seni tüm ıslaklığıyla toprağın ruhları mahveden kokusunda.
                                      heryer sen her yön sen.
dönüp duruyorum topaç gibi baharın adi kucağında
-sokaklarda sırılsıklamım- toprak kokusu sen yağmurlar sen bahar sen. 
şimdi sensiz bir yeni iklime kuşların yarışları
ben ağlamaklı; içimde gerçeğin haykırışları,
kan
yırtılmış kalp öbeklerimden akan
neden deme;baharın tazeleme vakti
bu yağmurlar mıydı beni yakan?
hayat bir temiz sayfaya daha geçti.

5 Nisan 2014 Cumartesi

PAMİR:DÜNYANIN ÇATISI

Şimdi bir ev kurmak var. Sağı solu duvarlarıyla sağlam olsun. Korusun kollasın tüm kötülüklerden bizi. Sığınalım içine. Eşyalar dolduralım en pahalılarından,sağlamlarından. Yaşadığımızı hissettirecek cinsten mobilyalar koyalım. Moda kovalasın dört yanımızdan. Yanımıza birde aşkımızı almamız lazım ki dört duvarın arası yuva olsun. Eh bir şeyler eksik kalıyor sanki anımsayamıyorum... Ahh o dünyayı yaparsın da o dört duvara sokarsın da tüm bunları senin dünyana bir çatı gerekecek. İşte onu gerek bize. Bir çatı kondurdun mu tarifsiz sevdaya seçilmiş kişisindir koca kainatta. Sabah gözlerini açıp bir ürperti duyduğunda anlarsın: dünyasının çatısı yerle yeksan. Bu tarifsiz elemi hangi kalleş lekeleyebilir ki? Üzgünüz zaten! Tüm dünyalara çatı olan minik yürekler için, kaybetmekten ölesiye korkuyoruz, yaralıyız. Bırakın yakamızı zebani kılıklı arsız çenebazlar! Biz mahzunuz her daim; masumlara duyduğumuz keder yüzünden. Kötü sözleri alın ve gidin. Çünkü biz şer saçan oklar karşısında ne diyeceğini bilemeyenlerdeniz.

4 Nisan 2014 Cuma

GECE VARDİYASI-ORJİNAL

YANSIMALAR

Yansımasına bile bakmadan yürüyen bir kadın var. Vitrinlerden görünen cismini gözbebekleri teğet geçiyor. Başı yukarıda ağaç dallarının eşsiz savaş dansına kulak veriyor. Rüzgar yağmur ve bulutlar bir güne doluyor. 
Kadın yürüyor; yarıyor adımlarıyla beton yolları. Metropol ismi takılmış yağmalanmış köylerden geçiyor. Düzen dışı olduğu için kendine acımıyor. Aksine yansımalara değil cisimleşmiş tek tiplere, insanlığın aynılığını görebildiğine seviniyor. Cıvıltılara doğru yön değiştiriyor. Belki milyonlarca adım atmış; bitkin yorgun yığılıyor ıslak çimlere. Çocukların efsanevi suratlarına, sahiciliğe doymak için bakıyor. Tüm çocuksuluğunu binlerce gökdelen arasına sıkışmış sonsuz görünen tabiata saçıyor. Artık yüzünde tebessüm, içinde aldırmaz bir heyecan var. Ayakkabılarını çıkarıyor koşuyor ağaçların, çocukların arasında. Ayakları aşınmıyor, toprak onu kirletmiyor.
Bir anda gürültüler artıyor. Pisliğin bile sesi duyuluyor. Huzur ondan uzaklaşıyor. Topluma yaklaşan kadın, tabiat ile metropolün savaş hudutunda, bir su birikintisine uzanıyor. Tekrar özgün, doğayla barışık cisimleşmemiş kurtuluş yolları aramaya başlıyor. "Nasıl yapmalı?" diyor.

"MARY AND MAX"

"Akrabalarımız Tanrı'dan gelir. Çok şükür ki arkadaşlarımızı seçebiliriz..."
 Arkadaşlıklarına en az akrabalıkları kadar değer veren 90 kuşağının etkileneceği bir anismasyon başyapıtı. Stop mation tekniğinin en iyi örneklerinden olan yapımın tamamlanma aşaması tam 5 yıl sürmüştür. Burada önemli olan 8 yaşında Avusturalyalı bir kız ile Amerikalı obez bir adamın mektup arkadaşlıklarını yalnızlıklarını klişeleşmemiş bir biçimde ortaya koymaktı. Adam Elliot bunu son derece başarılı bir şekilde yapıyor. Kendi başına gelen bir mektup arkadaşlığından esinlenen Elliot birbirlerinin hayatlarını değiştiren bu yalnız iki insanı bana sevdirdi. Defalarca kez izlense bile tekrar izleme isteği uyandıran bir film olan "Mary and Max" iyi bir kara mizah örneğidir. Karakterlerin sevimliliği darbelerin daha acıtıcı olmasına neden oluyor. Çok etkilendiğim bu filmi tavsiye ederim. Ağzı çok gülmeyip beyniyle kahkahalar atabilen tüm inatçılara gelsin...

UZUN YILLAR ÖTESİNDEN

Evde bekleyenlere söyleyeceklerini umursuyordu. Patronun ona söylediklerini sahip-efendi ilişkisine yakın bir aidiyetle kabulleniyordu. Münir'in yetenekleri zamanla körelmişti. Artık genç insanlar ondan daha yetenekli ve hızlıydılar. Üstelik teknik konularda gelişmişti matbaa işinde. Patronu doğru söylüyor olmalıydı. Belki de 30 senelik matbaa işçiliğinde emeklilik zamanı gelmişti. Sonra fazla düşünmedi.Odadan çıkıp, emeklilik geldi ha, dedi. İş arkadaşlarına duyurmak istemişti ama pek sesi çıkmamıştı. Sonra söylerdi emekli olduğunu, o anda düşüncelere daldı. Matbaadan çıktı. Ömrü boyunca hep sessiz sakin,sorgulamayan, mahcup bir adam olmuştu. Bu defa da sorgulamadı,tüm mahcubiyetini yanına alıp sessizce emekliliği kabullendi. Tatil planları yaptı,daha çok bulmaca çözeceği için gerektiği kadar sevindi.

Münir matbaanın olduğu sokaktan dört yol ağzına giden yolun biraz uzamış olduğunu fark etti. 30 yıldır gittiği yolun uzaması garipti. Genelde mesafeler aynı kalır. Acaba ben mi yavaş yürüdüm, dedi. Saatine baktı tam 10 dakikadır yürüyordu. İçinde bir sıkıntı vardı. Bu emeklilik fikri en başta ona makul gözükmüştü. Oysa şimdi sandığı kadar eğlenceli geçmeyeceğini anladı. Keşke kalmak istiyorum diyebilseydim diye düşündü. Sokak bir an için daralmaya başladı. Yere baktı dönüyordu asfalt;altından kayıp gidiyordu. Bir an için nefes alamaz oldu. Midesinden koca bir feryat şeklinde öğlen sefer tasında ne getirip yediyse çıktı. Kırmızı tuğlalardan örülmüş bir duvara tutundu, başı dönüyordu. Beynindeki garip boşluk ve acı hissi ayakta durmasına engel oluyordu. Dengesini kaybetti. Yanında ki çöp poşetlerinin üzerine yığıldı. Bazen gözlerini aralıyordu. Kalkması imkansız gözüküyordu. Bir soğuk karanlık sarmıştı artık bacaklarını, titriyordu. Tüm hayatı boyunca "neden" demeden kabullendikleri geldi gözüne. Pişmanlıklar sardı. Pisliğin içinden kurtulmaya, ayağa kalkmaya çabalarken çamur olmuş yanaklarını gözyaşları yıkadı. Yaşamı boyunca  bir kötülük yapacak kadar çaba sarf etmemişti. Bu ona rahatlık veriyordu: ölüme yaklaştığını hissedince. Oysa aklına kahramanlıklarla dolu bir hayat geçirmediği geliyordu. Damadı kızını öldüresiye dövdüğünde ne kızını korumuştu ne damadına erkektir yapar demişti. Bu yüzden belki de kızı dert sahibi olup erken yaşta ölmüştü. Kızı öldüğü gün ağlamıştı. Yine de bunları düşünmemişti. Demek ki insan kendi ölümüyle yüz yüze kaldığı an düşünüyordu. Karısının onu omuzlarından tutup sarsmaları hatrına geldi. Karısını hiç dinlemezdi o ise yorulmadan konuşurdu. Kadın adamın bu suskunluğundan sıkılmış olacaktı. Onu ilk gördüğü günü hatırladı: çekingen, suskun, ağlamaklı bir kız çocuk. Adamın her suskunluğunda büyüyerek gelen bir dişi öfke. En son, kendi gençliği aklına geldi. Keşke dedi görseydim bir kere daha yarım bıraktığım karşı camdaki gül yüzlüyü. Hakiki yangın bu hayatta onun için bir şey yapmayışına duyduğu kıvılcımdan kopmuştu. Kanı bir kez deli akıyorken cesaret edebileceği herşeyi onunla ertelemişti. Sonra o şarkı geldi kulağına sustu, dinledi. "Neden?"dedi. 

PRAGMALAR

    -İki bahar arasında tutulmuş bir dilektir yaz-
                                          Küçük İskender 

Dair” düşünmenin vakti geçmişti özetini alınca eline yıllarının. Ötesini çok kurcalamıyordu kadın. Sevişmeyi düşünmüyordu adam. Dünyalar neşe saçmıyordu. Yabansı bir sessizlik çökmüştü. Her an ağlamaya hazır çığlık çığlığa bir yeni doğan ünitesi gibi. Bazen ayrımına varamadığı sesleri, söz sanıyordu kadın. Yüzünde ışıldayan son umut tükeniyordu. Seslerin söz olmadığını anladığında bitiyordu. Bitmişliği anlamak... Adam edilgen bir suskunluğu korkarak kabullenmişti. Sonra bir hatıra geldi gözlerine ansızın. Aynı anda hatıraya meyletmek heycanı sardı. Gözlerini diktiler birbirlerine sonra sımsıkı kapadılar. Karanlığın içinden bahar kokusu geldi burunlarına, baharı sevdikleri geldi hatırlarına. Hatıralara dönüştükçe güzelleşti baharlar. Kapalı gözlerin ardında bir ağaç vardı pembe çiçekler açan, güne renk çalan. Orada oturmak ve birbirlerini seyreylemek saflığı hala yaşıyordu. Gözlerini ilk kadın açtı, kaçtı. Eğreti hayatına geçmişinin özetiyle tekrar göz atıp saklandı. Adam hatıralardan çıkamadı. Hep daha çoğunu istediği zamanların baharına baktı. Sinirlendi o da gözlerini açtı. Takaatsizlikten başka açıklamalar yarattı. İstemeyi istedi yapamadı. Mırıldandı “istiyorum” derken. Kadın bir söz var sandı; sözler bitmişti anımsadı. Şevk ile inat hırsı yarattı. Ağır adımlarla, sırılsıklamdı yandı. Artık adamın dudaklarına akacaktı. Sakin; parmak uçlarından süzülerek yaklaştı. Artık dimağında sadece o yaz vardı.

2 Nisan 2014 Çarşamba

"PATİ"NAJ

Bugünlerde çıkmasın kimse kimsenin patinaj çektiği yollara; oralarda rant var. Eğer çok ararsanız bu yolları kirli elleri takip etmeniz, yolları kaplayan pusulalardan yön takibi yapmanız mümkün. Arabanız devrilmesin istiyorsanız yavaş yavaş gelin bu yollardan. Patinaj çekmeye kalkmayın. Nitekim hızlı giden adalet ve kandırma canavarının sonu dahada keskinleşen siyasi kavşaklardan birinde devrilmek olacaktır. Bir zamanlar yapılan "aydınlık için bir dakikalık karanlık" eylemlerinin bir benzerini mi sağladılar bize ne derdiniz? Ampulleri yansın diye mi yaşadık tüm o karanlığı? Belki hayvani içgüdülerin mart ayındaki azgınlığına uğradık ne dersiniz? Bu cahilce açıklamalar tatmin etmeyen yetersizliklerin içinde parlementer sistemlere demokrasi kavramına inanış tükeniyor. takım tutar gibi parti tutan insanların yoğunluğu geçiş kapılarını daraltıyor. yapısal olarak "tırt" olan sisteme kutsallıklar atfediliyor. Bu kutsallıklarla birlikte herşey daha da mide bulandırıyor. görmezden gelinmesi mümkün olmayanı görmeyerek yola devam diyen tüm patinajcı siyasetçiler oldukları noktada saymaya devam eder. Eğer bir değer atfedilecekse çalmak en kötü şeydir. bir insana yalan söylediğinde onun gerçeği bilme hakkını çalarsın. bir insanı öldürürsen yaşama hakkını çalarsın. Bir oy çalarsan iktidarı çalarsın. Adalet ve kandırma canavarı atfedilen tüm değerlere saldırarak ilerliyor. O halde değerlerine sahip çıkan bir sokak görmek yürekleri soğutan bir gerçek olur. Umut etmekten çok inat etmeyi gerektiren bu yoldaki herkese amaçlarına bağlılık öneriyorum. 
Ama unutmayın ki bu yolun adı statüko statüko statüko.

BEYAZ YALAN

Herşey sevmek, isyan ve ardından yüreklere çalınan “siyah”la başladı.
Şimdi söyle bana bugün senin yüreğini hangi renk esir aldı? Sevdaya göz kırpan, şımarık, uçuk bir maviyle güne başlayıp lacivert örtüler mi çektin gözlerine? Tüm buruşmuş yüzüne rağmen ekşi bir sarının tazeliğini yaşadığına memnunken; bir buğday tarlasının doyumsuz huzuruna kaçmak mı niyetin? Bana rengini söyle! Ya “kırmızı”ysan... Elmanın mat kırmızısına kanmayan bir çocuğun eline verilen şekerler kadar yalancı, parlak, en az onun kadar cazipsen nereye kaçarım. İnsanlığa bir cennet kadar pahalıya mal olan “kırmızı”, bir bağımlının şırıngasındaki pıhtılaşmış kan kadar masum kırmızı,şimdilerde ise orospu kırmızı! Herşeyi çek temize. Belki teninde nefes aldığımda; ciğerlerimi patlatacak kadar yeşil güzelliklere yol alacağım. Haki yeşili sevdaları kucaklayacağım. Binlerce yeşil selamlayacak beni senin kollarındayken;başka hiçbir renk mesele olmayacak. Sonra düşünceler kafesliyor.
Sopalar iniyor, iniltiler:kafama, kafama. Her renk tek başına sen olamayacaksın. Şımarık bir mavi gibi koşup, bazen yorulup bana sarılmak değil niyetin biliyorum. Kimse bu denli çocuk kalamaz. Beni kandırıp,kanatıp işin içine bir orospuluk katıp kendi buğday tarlanda huzura kaçacaksın. Her tenimiz buluştuğunda ciğerlerimizin patlayacağı güzelliklere yol alacağız. Sonra yine içindeki o kırmızı... Aradım rengini çocuk,aradım. Doyasıya; tarlalarda,sevdalarda,orospularda,elma şekerlerinde ve buldum. Sen “beyaz”sın. Hepsisin, en masum görünen en her şey olansın. En çok korkulansın. Bir bilinmezsin, çünkü en büyük yalansın.

GECE VARDİYASI

Herkes evine gidiyor. Mesai bitiyor; şehir tüm ışığıyla insan karanlığına boğuluyor. Şehir yavaş yavaş konuşmaya başlıyor. Sokaklar günü uğurluyor. Sokaklar geceye karışıyor. Gece yeni misafirlerine kucak açıyor. Gece vardiyası başlıyor. Ben bir kediyim. Genelde Ferit abilerin yanındayım. Kokoreç, köfte tezgahı kurarlar. İçki kokan bu sokaklarda midye tezgahlarının barların önlerinde geziyorum. Gündüzleri miskinlik etmek en güzeli. Gece tenha yerlerde gezmenin bu kalabalık şehirde biz kediler için hiç güvenli olmadığını bilecek kadar yaşadım. Tam gözümün üzerinde bir köpeğin hatırası yara izi var. Geceleri daha çok doyuyorum. Geceyi daha çok seviyorum.Sizi küçük hayatımda bir yolculuğa çıkarayım. Doymak istediğinde en iyisi bu sokakta Ferit abidir. Özel harekatçı olmak istermiş. Polis olma hayalleri on iki kişilik ailenin kalabalığında kaybolmuş. Burada para denilen şey çok önemlidir. Onunda kazanması gerekmiş. Sakarya Caddesi'nde gece başlamadan Konur'a gitmeliyim. En çok orada arkadaşlarım var. Ben bildiğiniz kedilere benzemem. Çoğu arkadaşım insandır. Bana en yi davrananlar Konur'da oluyor. Bugün çok soğuk olduğu için sokaklar boş bir cafede geceyi beklemek en iyisi olacak. Oğuz'ların cafesi burası. Oğuz dev gibi bir genç insan. Onu tanıdığımdan beri öğrenci ve hiç mezun olamıyor. Hep çalışıyor. Akşam nohut-pilav tezgahı kuracak. Sabah uyanıp okula gidebilecek mi dersiniz? Bazen anlayamadığım şeyler söylüyor. Belki çok düşünmediğimdendir. Oğuz'a göre sokakta herkes eşit. Kimse takım elbiselerle gezmezmiş. Bir deli bir meczup çıplak ayaklarıyla betonları arşınlar. Bazıları en kaliteli ayakkabılarıyla gezermiş. Ama aç olana o yine yemeğini verirmiş. Çok parası olan bahşişini bırakır gidermiş. Para onun için galiba çok önemli değil. Bana kalırsa herkesi doyurduğu için okulu bir türlü bitmiyor. Yine de beni doyurduğu için ona bu durumu söylemeseniz iyi edersiniz. Oğuz'un yanındaki yeşil koltuğa popomu yerleştirmiş uyurken onun kokusunu aldım. Onun keskin köpekle karışık bira kokusunu nerede alsam tanırdım. Ona Sarı derler. Sokakta yaşıyor, sokağı yaşatıyor. Bazen tehlikeli çoğu zaman sarhoş bir kaçık. Kötü biri mi derseniz. Sadece deli derim. Deliler kötü mü olurlar bilmem. Ama insanlar kendilerinden farklı olanları kabullenmekte zorlanıyorlar. Konur sokakta ben doğmadan öncede varmış. O da benim gibi burada mı doğmuş? Sakin hareketlerle içeri giriyor. Hayır hayır üzerime olmaz. Ah az kalsın oturacaktı. Beni kucağına aldı. Mrrr okşanmak güzel ama beni böyle tavlayamaz. Oğuz'la sohbet ediyor. Kafası çok güzel olmalı, giysileri küf köpek pisliği ağzı ise bira kokuyor. Ellerindeki nasırları, yeni kapanmış yaraların sert kabuklarını üzerimde hissediyorum. Oğuz “Gel çalış abi işte kalırsın hem burada. Üstelik yaş geçiyor artık. Sokakta artık yapamazsın.”diyor.
Sarı bu sözlere alıngan bir tavırla “ Biz sokağa sokak demeyiz cadde deriz. Bizim hayallerimiz daha büyük dostum. Ben midye kabuklarını kemiririm köpeklerle uyurum. Dört duvar arasına hapis değilim. Benim tavanım gökyüzü, sen kendi derdine yan. Teke tek kavga edebileceğim tek yer sokak. Ben bu yüzden sokaktayım” diyor. Sizce bu adam ne saçmalıyor? Burası sıkıcı olmaya başladı. Karanfil Sokak'ta tezgahlar kuruluyordur. Yasemin'in yanına yola koyuldum. Sokaklar kalabalıklaşmaya başlıyor. Heryer ayak ayak ayak... Yasemin işportacılık yaparak geçiniyor. Şapka satıyor ve benim için en önemlisi kedileri seviyor. Tüm hayatını sokakta şapka satarak kazanan, okuyan, iyi bir dişi insan. İnsanların böyle cinslerini sokakta görmek değişik geliyor. Dişi insan olup gece sokakta çalışanlardan bazen korkuyorum. Çoğu zaman üzülüyorum. Çünkü Yasemin dışında inlemeden para kazananını görmedim. Ben daha altı yıldır bu sokaklardayım. Çok da bir şey görmedim. Yine de üç yıl önce Yasemin'in yanında tezgah açmaya başlayan Mehmet Amca'yı görmek bütün insanlığa tepeden bakmak gibi oldu. O kocaman bir adam; içinde heran kusmaya hazır devasa bir tüy yumağı var gibi duran bir göbeği, uzun bir boyu, kare şeklinde gözlükleri var. O kocaman adam dünyaya tepeden bakarken tepetaklak olmuş. Hergün “sokak yukardakilerle aşağıdakileri buluşturuyor” diyor. Bir şirketi varmış, mühendismiş... Sokak çıkış yolu oluyor yağmur bulutlarını üzerinde hisseden her çaresize. Kimi sokağa özgürlük yüklüyor, kimi hayatın ta kendisi diyor. Bence bu sokak denilen yer insanları birbirine yaklaştırıyor. Hala adımı sizlere söylemedim değil mi? Sevgi benim adım. İnsanlarla vakit geçirmeyi, onları dinlemeyi ve anlamaya çalışmayı "bazen" seven bir kediyim. Şimdi ise Ferit Abi'nin yanına karnımı doyurmaya gidiyorum. Benimle birlikte gece ve hayatlar sokağa akıp gidiyor.