2 Eylül 2014 Salı

ZÜRAFALAR VE BEJE

“İçindeki tutsağın çıkacağı yok.
 ayakları hep kesik ve kapı önünde onu bekliyor.
 Çok şey biliyor. Ve hiçliğini paralıyor.
 Sakatlıklarıyla tanrımız oluyor. 
Kapatın toplumun aynasını gün doğuyor.
 Ey ey ey! Seslenmeye lüzum görmediği zavallılar
 –seni tenzih ederim- gözyaşıyla yıkanan duvarlarınız sonsuz kere pas tutuyor. 
Gürültüler arasında meleklerin fısıltısını duyabilenler ölüme kafa tutuyor.”

-Dilda kıpırdama artık. Otur yerine!
Annemin katılaşmış esmer rengi ve soğuk bakışları sizleri ürkütmüş olabilir. Ben ne korkuyorum ne üzülüyorum. Bindiğimiz otobüs beni eğlendiriyor. Gülmemi durduracak değilim. Önde oturan zayıflıktan hastalıklı olduğunu düşündüğüm kel kafalı adam elindeki kahveyi yere döktü. Bal sarısı üzerine kahverengi baklava desenleri olan halının üzerine iyice yayılan kahve lekesi bir zürafayı anımsatıyor. Ben zürafaları televizyonda gördüm. Afrika’da yaşarlar ve dilleriyle kulaklarını temizleyebiliyorlar. Bir zürafam olsun isterdim. Bunu anneme söylediğimde çok kızdı. Böyle şeylere dua eden aptal bir kızı olduğu için başının sürekli belada olduğunu söylüyor.
Başım önde lekeyi inceliyorum. Seslere doğru yüzümü döndüğümde otobüste oluşan küçük kargaşa beni heyecanlandırıyor. Her yeri kahveden yanan kel adamın telaşlı hali yanı başında ki yaşlı kadını korkutuyor. Annemin sesiyle irkiliyorum. Kulağıma doğru yaklaşıp yorgun bir sesle bağırıyor:
-Önüne bak!
 Annem kardeşimi sırtından indirip kucağına alıyor. İlerliyoruz. Lalalaylalaylamm… Bir adam geliyor. Uzun boylu Reşhad ağabeyime benziyor. Onun kadar neşeli olmadığını geç anlıyorum. Otobüste şarkı söylemek yasaktır, diyor. Susuyorum.  Annem etimi cimciriyor. Feryadı koparıyorum. Keskin siyah gözlerine derinden sinirli bir pırıltı geliyor:
-Sus, sus rezil ettin beni! Döverim vallahi, diye fısıldıyor bu defa. Çaresizliğime duyduğum büyük öfkeyle susuyorum.  Aııııggghhh bu defa kardeşim ağlamaya başlıyor. Annem benimle artık uğraşmayacak diye seviniyorum.  Fakat doğduğum günden bugüne nasıl bir eziyet olduğumu bana anlatıyor. Benim bir lanetten ibaret olduğumu beynime işliyor. Kafasında çınlayan bombalara duyduğu kini bana kusuyor. Kardeşimi kucağıma atıyor. Onu kucağımda hoplatıyorum ama nafile susmuyor. Son çare tehdit ediyorum.
-Sus Beje sus yoksa anne seni de döver. Tehditkar halim Beje’yi korkutmuş olacak;  pembe yanaklarının kasılmaktan moraran hali düzeliyor. Birlikte pencereden bakıyoruz. Binaları sayıyoruz. Beşe kadar…  Evler azalıyor artık, bazıları yarım kalmış. Evimizi görüyorum onu da yarım sayıyorum. Esmer soğuk bakışlarına yaşlar hücum etmiş annemi görüyorum. Başımı öne indiriyorum. Saçlarımla yüzümü kapatıyorum. Annem saçlarımı çekiştirirken çatlamış bir sesle:
-Beceriksiz bir türlü öğrenemedin saç toplamayı, diyor. Annem saçlarımı topluyor ense kökümde. Çıplak kalıyor gözbebeklerim; oyuncak şehrim duman altında. Koştuğum sokağı sayıyorum beş kere. Bazı arkadaşlarımı yarımşardan sayıyorum. Vaaz verebilecek kurtarılmış tek çocuk olmaya gülüyorum. Annem tokadı geçiriyor. Yorgunluğun ve hüznün verdiği perişanlıkla koltuğun kenarına siniyorum. Kardeşime sarılıyorum. Keşke diyorum bir zürafam olsa her şey daha güzel olurdu.