Ankara'da kesif bir yalnızlık
kokusu yayılıyor. Çöl sıcağı yalıyor aortlarımı; kan
basıncım sana doğru koşuyor. Gittiğin geliyor hatırıma. Bin
yıl olmuş. Toza bulanmış arka sokağım derin bir fırtınaya
kölelik ediyor. Yarınsız bir bulut -yapağı, sıradan- beliriyor.
Bu suretin olsa; döksem onu krallığıma yağmacı bir sağanakla.
Tüm mistik tatları kavgacı bir karmaşada toplamış olan suretin
sıradanlaşıyor. Boğazımdan gözlerime akarken; yok olmak için
çırpınıyorsun. Plansız bir kaçış öyküsüne saralım. Önde
ben olacağım; ellerini ürkütmeden yaklaşıp, kırıcı bir
sataşma ile yakalayacağım. Parmakların -sağlam kemiklerin-
direniyor. Yorucu olan hız mı koşuşturmanın ortasında sebepsiz
kalmanın çaresizliği mi? Bilemiyorum. Arkamdasın; elin hala
elimde. Bunu bilmenin çoşkusu dolduruyor ağlamaya yatkın
benliğimi. Dönüp yakıcı bir bakışla süzüyorum seni.
Kayboluşlara hazır değiliz. Yönümüzü belirleyen hayali
pusulada acıyı arkamıza alacağız. Bıraktığımda ellerini anlayacaksın ki celladıyız birbirimizin. Düş. Koş.
Kaç. Unut. Yaşa. Ve beni öldürmekten vazgeç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder