6 Temmuz 2014 Pazar

KAÇIK-KAÇAK

Ankara'da kesif bir yalnızlık kokusu yayılıyor. Çöl sıcağı yalıyor aortlarımı; kan basıncım sana doğru koşuyor. Gittiğin geliyor hatırıma. Bin yıl olmuş. Toza bulanmış arka sokağım derin bir fırtınaya kölelik ediyor. Yarınsız bir bulut -yapağı, sıradan- beliriyor. Bu suretin olsa; döksem onu krallığıma yağmacı bir sağanakla. Tüm mistik tatları kavgacı bir karmaşada toplamış olan suretin sıradanlaşıyor. Boğazımdan gözlerime akarken; yok olmak için çırpınıyorsun. Plansız bir kaçış öyküsüne saralım. Önde ben olacağım; ellerini ürkütmeden yaklaşıp, kırıcı bir sataşma ile yakalayacağım. Parmakların -sağlam kemiklerin- direniyor. Yorucu olan hız mı koşuşturmanın ortasında sebepsiz kalmanın çaresizliği mi? Bilemiyorum. Arkamdasın; elin hala elimde. Bunu bilmenin çoşkusu dolduruyor ağlamaya yatkın benliğimi. Dönüp yakıcı bir bakışla süzüyorum seni. Kayboluşlara hazır değiliz. Yönümüzü belirleyen hayali pusulada acıyı arkamıza alacağız. Bıraktığımda ellerini anlayacaksın ki celladıyız birbirimizin. Düş. Koş. Kaç. Unut. Yaşa. Ve beni öldürmekten vazgeç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder