“İçindeki tutsağın çıkacağı yok.
ayakları hep kesik ve kapı önünde onu bekliyor.
Çok şey biliyor. Ve hiçliğini paralıyor.
Sakatlıklarıyla tanrımız oluyor.
Kapatın toplumun aynasını gün doğuyor.
Ey ey ey! Seslenmeye lüzum görmediği zavallılar
–seni tenzih ederim- gözyaşıyla yıkanan duvarlarınız sonsuz kere pas tutuyor.
Gürültüler arasında meleklerin fısıltısını duyabilenler ölüme kafa tutuyor.”
-Dilda kıpırdama artık. Otur yerine!
Annemin katılaşmış esmer rengi ve soğuk bakışları
sizleri ürkütmüş olabilir. Ben ne korkuyorum ne üzülüyorum. Bindiğimiz otobüs
beni eğlendiriyor. Gülmemi durduracak değilim. Önde oturan zayıflıktan
hastalıklı olduğunu düşündüğüm kel kafalı adam elindeki kahveyi yere döktü. Bal
sarısı üzerine kahverengi baklava desenleri olan halının üzerine iyice yayılan
kahve lekesi bir zürafayı anımsatıyor. Ben zürafaları televizyonda gördüm.
Afrika’da yaşarlar ve dilleriyle kulaklarını temizleyebiliyorlar. Bir zürafam
olsun isterdim. Bunu anneme söylediğimde çok kızdı. Böyle şeylere dua eden aptal
bir kızı olduğu için başının sürekli belada olduğunu söylüyor.
Başım önde lekeyi inceliyorum. Seslere doğru yüzümü
döndüğümde otobüste oluşan küçük kargaşa beni heyecanlandırıyor. Her yeri
kahveden yanan kel adamın telaşlı hali yanı başında ki yaşlı kadını korkutuyor.
Annemin sesiyle irkiliyorum. Kulağıma doğru yaklaşıp yorgun bir sesle
bağırıyor:
-Önüne bak!
Annem
kardeşimi sırtından indirip kucağına alıyor. İlerliyoruz. Lalalaylalaylamm… Bir
adam geliyor. Uzun boylu Reşhad ağabeyime benziyor. Onun kadar neşeli
olmadığını geç anlıyorum. Otobüste şarkı söylemek yasaktır, diyor.
Susuyorum. Annem etimi cimciriyor.
Feryadı koparıyorum. Keskin siyah gözlerine derinden sinirli bir pırıltı
geliyor:
-Sus, sus rezil ettin beni! Döverim vallahi, diye
fısıldıyor bu defa. Çaresizliğime duyduğum büyük öfkeyle susuyorum. Aııııggghhh bu defa kardeşim ağlamaya
başlıyor. Annem benimle artık uğraşmayacak diye seviniyorum. Fakat doğduğum günden bugüne nasıl bir eziyet
olduğumu bana anlatıyor. Benim bir lanetten ibaret olduğumu beynime işliyor.
Kafasında çınlayan bombalara duyduğu kini bana kusuyor. Kardeşimi kucağıma
atıyor. Onu kucağımda hoplatıyorum ama nafile susmuyor. Son çare tehdit ediyorum.
-Sus Beje sus yoksa anne seni de döver. Tehditkar
halim Beje’yi korkutmuş olacak; pembe
yanaklarının kasılmaktan moraran hali düzeliyor. Birlikte pencereden bakıyoruz.
Binaları sayıyoruz. Beşe kadar… Evler
azalıyor artık, bazıları yarım kalmış. Evimizi görüyorum onu da yarım
sayıyorum. Esmer soğuk bakışlarına yaşlar hücum etmiş annemi görüyorum. Başımı
öne indiriyorum. Saçlarımla yüzümü kapatıyorum. Annem saçlarımı çekiştirirken
çatlamış bir sesle:
-Beceriksiz bir türlü öğrenemedin saç toplamayı,
diyor. Annem saçlarımı topluyor ense kökümde. Çıplak kalıyor gözbebeklerim;
oyuncak şehrim duman altında. Koştuğum sokağı sayıyorum beş kere. Bazı
arkadaşlarımı yarımşardan sayıyorum. Vaaz verebilecek kurtarılmış tek çocuk
olmaya gülüyorum. Annem tokadı geçiriyor. Yorgunluğun ve hüznün verdiği
perişanlıkla koltuğun kenarına siniyorum. Kardeşime sarılıyorum. Keşke diyorum
bir zürafam olsa her şey daha güzel olurdu.