Alışmışız güneşsizliğe.
Işığı görünce böcekler gibi kaçışmamız bu yüzden. Evren nuru ile yıkanmak
varken kirli bir gölgede erketeye yatmışız. Hissizleşme inimizde bekliyoruz.
Gözlerimiz karanlığın özensiz zevkini, dudaklarımız hazin günün emilesi kanlı
tadını taşıyor. Cesetler taş evlerde
tınlıyor. Babamın gençliğine ekşimiş bir ferahlık karışıyor. Avuçlarım kayıp
bir çocukluk ile dolu. Kendi gençliğime
bakmayı denemedim bile.
Senin gençliğine ise
güneş doluyor bir esneme aralığından sızarak. Batıyorum güneşine gırtlağıma
kadar. Sürüler boyu bereketleniyorum, dipdiri içim. Senin kadar yersizim; benim
kadar yurtsuz ol. Nadasta unutulmuş bir tarlanın ortasında boy veren şemalsiz
ağacım. Tepenin en güzel eviyim. Yıkılmışım. -Yakılmışsın.- Adımlarım kaybettiğim
şehre doğru değil en derin tatlarıma yöneliyor. Jilet saçlarının yokladığı
kalçalarının ardından Arnavut kaldırımlara bıraktığın ballı adımları takip
ediyorum. Paramparçayım. Kan yerine bal
akan teninden –alacalı- kopamıyorum.
Gün dönüyor. Evimdeyim.
Karanlık. Evimin verandası bal kokuyor. Kedilerim durmadan ölüyor. Aidiyetlerin
reddine inanan felsefem onları meskenlerine bırakmaktan yana. Hudutları
kaldırmak istiyorum fakat hudut ötesi kötü. Her yer bal her yer ölü kedi. Sana koşuyorum. Hudutları yırtıyorum.
Gözlerimi açıyorum. Kucağımda jilet saçların, kulağımda azizlerin uğultusu.
Parmaklarımı dolaştırıyorum saçlarında. Ellerim alabildiğine bal. Vajinam jilet
saçlarının kölesi olmuş. Bu kayboluşuma çare yok. Ürkek bakışların parmak
uçlarıma değiyor. Gök delindi; affet nefesimi! Birleşmemesi gereken parçalanmış bir bütünüz; bal, metal, orgazm ve
cennet kokan.