4 Nisan 2014 Cuma

UZUN YILLAR ÖTESİNDEN

Evde bekleyenlere söyleyeceklerini umursuyordu. Patronun ona söylediklerini sahip-efendi ilişkisine yakın bir aidiyetle kabulleniyordu. Münir'in yetenekleri zamanla körelmişti. Artık genç insanlar ondan daha yetenekli ve hızlıydılar. Üstelik teknik konularda gelişmişti matbaa işinde. Patronu doğru söylüyor olmalıydı. Belki de 30 senelik matbaa işçiliğinde emeklilik zamanı gelmişti. Sonra fazla düşünmedi.Odadan çıkıp, emeklilik geldi ha, dedi. İş arkadaşlarına duyurmak istemişti ama pek sesi çıkmamıştı. Sonra söylerdi emekli olduğunu, o anda düşüncelere daldı. Matbaadan çıktı. Ömrü boyunca hep sessiz sakin,sorgulamayan, mahcup bir adam olmuştu. Bu defa da sorgulamadı,tüm mahcubiyetini yanına alıp sessizce emekliliği kabullendi. Tatil planları yaptı,daha çok bulmaca çözeceği için gerektiği kadar sevindi.

Münir matbaanın olduğu sokaktan dört yol ağzına giden yolun biraz uzamış olduğunu fark etti. 30 yıldır gittiği yolun uzaması garipti. Genelde mesafeler aynı kalır. Acaba ben mi yavaş yürüdüm, dedi. Saatine baktı tam 10 dakikadır yürüyordu. İçinde bir sıkıntı vardı. Bu emeklilik fikri en başta ona makul gözükmüştü. Oysa şimdi sandığı kadar eğlenceli geçmeyeceğini anladı. Keşke kalmak istiyorum diyebilseydim diye düşündü. Sokak bir an için daralmaya başladı. Yere baktı dönüyordu asfalt;altından kayıp gidiyordu. Bir an için nefes alamaz oldu. Midesinden koca bir feryat şeklinde öğlen sefer tasında ne getirip yediyse çıktı. Kırmızı tuğlalardan örülmüş bir duvara tutundu, başı dönüyordu. Beynindeki garip boşluk ve acı hissi ayakta durmasına engel oluyordu. Dengesini kaybetti. Yanında ki çöp poşetlerinin üzerine yığıldı. Bazen gözlerini aralıyordu. Kalkması imkansız gözüküyordu. Bir soğuk karanlık sarmıştı artık bacaklarını, titriyordu. Tüm hayatı boyunca "neden" demeden kabullendikleri geldi gözüne. Pişmanlıklar sardı. Pisliğin içinden kurtulmaya, ayağa kalkmaya çabalarken çamur olmuş yanaklarını gözyaşları yıkadı. Yaşamı boyunca  bir kötülük yapacak kadar çaba sarf etmemişti. Bu ona rahatlık veriyordu: ölüme yaklaştığını hissedince. Oysa aklına kahramanlıklarla dolu bir hayat geçirmediği geliyordu. Damadı kızını öldüresiye dövdüğünde ne kızını korumuştu ne damadına erkektir yapar demişti. Bu yüzden belki de kızı dert sahibi olup erken yaşta ölmüştü. Kızı öldüğü gün ağlamıştı. Yine de bunları düşünmemişti. Demek ki insan kendi ölümüyle yüz yüze kaldığı an düşünüyordu. Karısının onu omuzlarından tutup sarsmaları hatrına geldi. Karısını hiç dinlemezdi o ise yorulmadan konuşurdu. Kadın adamın bu suskunluğundan sıkılmış olacaktı. Onu ilk gördüğü günü hatırladı: çekingen, suskun, ağlamaklı bir kız çocuk. Adamın her suskunluğunda büyüyerek gelen bir dişi öfke. En son, kendi gençliği aklına geldi. Keşke dedi görseydim bir kere daha yarım bıraktığım karşı camdaki gül yüzlüyü. Hakiki yangın bu hayatta onun için bir şey yapmayışına duyduğu kıvılcımdan kopmuştu. Kanı bir kez deli akıyorken cesaret edebileceği herşeyi onunla ertelemişti. Sonra o şarkı geldi kulağına sustu, dinledi. "Neden?"dedi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder