Evde bekleyenlere
söyleyeceklerini umursuyordu. Patronun ona söylediklerini
sahip-efendi ilişkisine yakın bir aidiyetle kabulleniyordu.
Münir'in yetenekleri zamanla körelmişti. Artık genç insanlar
ondan daha yetenekli ve hızlıydılar. Üstelik teknik konularda
gelişmişti matbaa işinde. Patronu doğru söylüyor olmalıydı.
Belki de 30 senelik matbaa işçiliğinde emeklilik zamanı gelmişti.
Sonra fazla düşünmedi.Odadan çıkıp, emeklilik geldi ha, dedi.
İş arkadaşlarına duyurmak istemişti ama pek sesi çıkmamıştı.
Sonra söylerdi emekli olduğunu, o anda düşüncelere daldı.
Matbaadan çıktı. Ömrü boyunca hep sessiz
sakin,sorgulamayan, mahcup bir adam olmuştu. Bu defa da
sorgulamadı,tüm mahcubiyetini yanına alıp sessizce emekliliği
kabullendi. Tatil planları yaptı,daha çok bulmaca çözeceği için
gerektiği kadar sevindi.
Münir matbaanın olduğu sokaktan dört
yol ağzına giden yolun biraz uzamış olduğunu fark etti. 30 yıldır
gittiği yolun uzaması garipti. Genelde mesafeler aynı kalır.
Acaba ben mi yavaş yürüdüm, dedi. Saatine baktı tam 10 dakikadır
yürüyordu. İçinde bir sıkıntı vardı. Bu emeklilik fikri en
başta ona makul gözükmüştü. Oysa şimdi sandığı kadar
eğlenceli geçmeyeceğini anladı. Keşke kalmak istiyorum
diyebilseydim diye düşündü. Sokak bir an için daralmaya başladı.
Yere baktı dönüyordu asfalt;altından kayıp gidiyordu. Bir an
için nefes alamaz oldu. Midesinden koca bir feryat şeklinde öğlen
sefer tasında ne getirip yediyse çıktı. Kırmızı tuğlalardan
örülmüş bir duvara tutundu, başı dönüyordu. Beynindeki garip
boşluk ve acı hissi ayakta durmasına engel oluyordu. Dengesini
kaybetti. Yanında ki çöp poşetlerinin üzerine yığıldı. Bazen
gözlerini aralıyordu. Kalkması imkansız gözüküyordu. Bir soğuk karanlık sarmıştı artık bacaklarını, titriyordu. Tüm hayatı boyunca "neden" demeden kabullendikleri geldi gözüne. Pişmanlıklar sardı. Pisliğin içinden kurtulmaya, ayağa kalkmaya çabalarken çamur olmuş yanaklarını gözyaşları yıkadı. Yaşamı boyunca bir kötülük yapacak kadar çaba sarf etmemişti. Bu ona rahatlık veriyordu: ölüme yaklaştığını hissedince. Oysa aklına kahramanlıklarla dolu bir hayat geçirmediği geliyordu. Damadı kızını öldüresiye dövdüğünde ne kızını korumuştu ne damadına erkektir yapar demişti. Bu yüzden belki de kızı dert sahibi olup erken yaşta ölmüştü. Kızı öldüğü gün ağlamıştı. Yine de bunları düşünmemişti. Demek ki insan kendi ölümüyle yüz yüze kaldığı an düşünüyordu. Karısının onu omuzlarından tutup sarsmaları hatrına geldi. Karısını hiç dinlemezdi o ise yorulmadan konuşurdu. Kadın adamın bu suskunluğundan sıkılmış olacaktı. Onu ilk gördüğü günü hatırladı: çekingen, suskun, ağlamaklı bir kız çocuk. Adamın her suskunluğunda büyüyerek gelen bir dişi öfke. En son, kendi gençliği aklına geldi. Keşke dedi görseydim bir kere daha yarım bıraktığım karşı camdaki gül yüzlüyü. Hakiki yangın bu hayatta onun için bir şey yapmayışına duyduğu kıvılcımdan kopmuştu. Kanı bir kez deli akıyorken cesaret edebileceği herşeyi onunla ertelemişti. Sonra o şarkı geldi kulağına sustu, dinledi. "Neden?"dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder